Açıklanan istihdam verileri çerçevesinde gelişen tartışmalar; beni, başlıktaki konuyu öne almaya yöneltti. Bu noktada; düşüncelerimi paylaşma olanağı veren Percept.Press’e çok teşekkür ederim.
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki; büyümenin, topluma ve insanlığın yücelmesine hizmet etmesi ve bu çerçevede yönlendirilmesi gerektiğine inananlardanım. Doğaya, topluma ve insanlığa zarar verir nitelikte ve nicelikte olmadıkça; büyüme karşıtı da değilim. Başlıktaki soru cümlesini de yakın ve görünür bir tehlikeye işaret etmek, zihinlere soru işaretleri düşürmek için kullandım. Benzer soruları çok çeşitlendirmek ve sayıca artırmak mümkün. Ancak şimdilik, önden birkaç soru daha sorarak ilerleyelim;
- Büyüme her zaman istihdam artışı (işsizliğin azalması) ile sonuçlanır mı?
- Özellikle teknolojik yatırımlar ağırlıklı büyüme; istihdamın azalmasına, işsizliğin artmasına sebep olmaz mı?
- Teknolojik yatırımlar olmadan rekabet edebilmek, ayakta kalabilmek mümkün mü?
- Problem; sadece bildiğimiz işsizlik mi? Yoksa, yavaş yavaş işlevsizlik boyutu da gelişiyor mu?
- Problemin kitleselleşme potansiyeli var mı?
- İnsanların yaşamlarını idame ettirme anlamında; yeni, farklı bir döneme mi yaklaşıyoruz, giriyoruz?
- Dünya nereye gidiyor? Paradigma (ortaklaşa kabul görmüş değerler ve anlayışlar) seti mi değişiyor? Çözüm ne olabilir?
Mevcut, ama değişmekte olan değerler setine göre; işsizlikle mücadele anlamında iki ana alternatif yaklaşım hep öne çıkmaktadır.
1- Yeni iş sahaları yaratacağı kabulüyle yeni yatırımların gerçekleştirilmesi ve büyüme hedeflenmiştir.
2- Kamuda personel istihdamının “bir şekilde” artırılmasına başvurulmuştur.
Bazı ciddi problemleri ve olumsuzlukları da beraberinde getiren kamuda personel istihdamının artırılmasına yönelik yaklaşıma ilerideki yazılarımda yer vereceğim.
Yeni yatırımların gerçekleştirilerek büyümenin hedeflenmesi yaklaşımını ele alırken ise, iki ayrı toplantıda iki değerli akademisyenin ayrı ayrı paylaşımları üzerinden ilerlemekte fayda görüyorum.
Önce; TÜSİAD Ekonomi Politikaları Yuvarlak Masası’nın, 27 Şubat 2019’da gerçekleştirdiği “İşgücü Piyasası Dinamikleri ve İşsizlik Sorunu” başlıklı seminerde Prof. Dr. Seyfettin GÜRSEL’in “Türkiye İşgücü Piyasası Görünümü; Eğilimler ve Sorunlar”” başlıklı sunumda paylaştığı önemli bir katsayıdan, “Büyüme İstihdam Esnekliği” nden bahsetmek istiyorum.
Bu katsayı; belli bir dönem dahilindeki istihdam ve büyüme verileri kullanılarak hesaplanıyor ve yüzde birlik bir büyümenin, yüzde kaçlık istihdam artışı oluşturduğunu gösteriyor. “Büyüme İstihdam Esnekliği” katsayısı; 2010-2012 arasında % 66.4, 2013-2015 arasında ise; % 51 olarak hesaplanmış. Yani, büyümedeki her % 1’lik artış; 2010-2012 arasında % 0.66, 2013-2015 arasında ise % 0.51 oranında istihdam artışına vesile olmuş.
Söz konusu ardışık iki dönem sonuçlarına bakılınca; büyümenin artması karşılığında istihdamın artışında göreceli bir azalma gözüküyor.
Bu konudaki bir diğer önemli paylaşım ise; 16 Şubat 2019’da, “BİR ŞEY YAPMALI..” ve “VATANDAŞLIK TEMEL GELİRİ – TÜRKİYE” Çalışma Grupları’nın yaptığı Faaliyet Raporu Değerlendirme Toplantısı’nda Prof. Dr. Özer ERTUNA’nın katkısı idi. Kendisi, özellikle teknolojik yatırımların işsizliğe çözüm olmak yerine, mevcut çalışanları devre dışında bıraktığını ve yatırımların çok büyük kısmının çalışanların sayısını ve dolayısıyla ilgili maliyetleri azaltmak için yapıldığını ifade etmişti.
Akla deli sorular geliyor. Acaba, daha geniş bir pencereden bakılırsa; “Büyüme İstihdam Esnekliği” katsayısında bir azalma eğilimi var diyebilir miyiz?
Daha da önemli bir soru; böyle bir azalma eğilimi varsa, bu katsayı eksiye gidebilir mi?
Rekabetçi olmak, hayatta kalmak, büyümek adına yapılan teknolojik yatırımlar; üretimde verimliliği her anlamda artırırken, çalışan sayısının azalmasına yol açmıyor mu?
Aslında, durum net bir şekilde ortada. Özellikle gelişen teknolojiler, otomasyon, robotik uygulamalar ve otonom sistemlerin her geçen gün daha çok devreye alınıyor olması sonucunda; dünyada meslekler kaybolmakta, işsizlik ve beraberinde işlevsizlik riski, kitleselliğe evrilme potansiyeli de taşıyarak, artmaktadır. Tarım, üretim, ulaştırma, hizmet, haberleşme, finans sektörlerinde, daha doğrusu tüm sektörlerde, hatta savaşlarda bile; bu durum net olarak gözlenmekte ve yaşanmaktadır.
Bu noktada, kitlesel işsizlik ve kitlesel işlevsizlik riski; tüm dünyada, akademik ortamlarda, sivil toplum örgütlerinde, siyasi yapılanmalarda, uluslararası kurum ve kuruluşlarda, devletler arası örgütlerde ve düşünce kuruluşlarında tüm boyutlarıyla yoğun olarak tartışılmaktadır.
Ülkemize özel önemli siyasi, ekonomik ve yapısal problemlerimiz, tabii ki ve maalesef; bu süreci çok daha erken, şiddetli ve farklı şekillerde hissetmemizi sağlıyorsa da; yukarıda ifade edilen boyutlarıyla çözüme yönelik tartışmalar maalesef ülkemizin gündeminde yok gibidir.
Bu çerçevede, “Kitlesel İşsizlik” ve “Kitlesel İşlevsizlik” konularında; gerçek, daha doğrusu kök problemler nelerdir? Nasıl çözülebilirler? Farklı ideolojiler bu problemlere ve çözüm alternatiflerine nasıl bakıyorlar? Dünya nereye gidiyor? Holistik anlamda sosyal adalet konusunda bir evrimden bahsedebilir miyiz? Daha doğrusu bahsetmeli miyiz? Yeni gelişen Prekarya sınıfı toplumsal yapıyı nerelere götürür? Bir kriz ile mi karşı karşıyayız? Yoksa; gidişat insanlık için bir fırsata evrilebilir mi? Çözümsüzlüğün maliyeti nedir? Çözümün maliyeti ne olabilir? Doğru stratejiler neler olabilir? konularını bundan sonraki yazılarımda sık sık irdelemeye çalışacağım.
Ruhuna, felsefesine, karakterine, kabiliyetlerine, kudretine, olurluğuna, finansmanına, ekonomik, kültürel ve siyasi boyutlarına ilerleyen yazılarımda mutlaka girmeye çalışacağım. Ama, bu köşedeki ilk yazımı, “Vatandaşlık Temel Geliri Nedir?” sorusuna bir cümle ile de olsa bir açıklama getirmeden bitirmek istemedim. Şöyle ki;
VATANDAŞLIK TEMEL GELİRİ; tüm vatandaşlarımıza, her bir bireye, herhangi bir sınırlama, ayrım veya şart olmaksızın, temel ihtiyaçlarını karşılayabileceği miktardaki parasal büyüklüğün, koşulsuz bir şekilde ve başkaca gelirlerinden bağımsız olarak, ömür boyu düzenli olarak ödenmesidir.
Bu yazımın başlığı akla; “Paradoks” (alışılagelen fikirlere karşı olan fikir ve düşünce tarzı, kökleşmiş inanışlara aykırı olarak ileri sürülen düşünce), “Oksimoron” (birbiriyle çelişen ya da zıt iki kavramın, anlamı kuvvetlendirmek için bir arada kullanılması, tezat söz sanatı) veya “Absürt” (saçma, mantık kurallarına aykırı, herhangi bir anlam ve ifade getirilemeyen durum) kelimelerini getirebilir.
Ancak; kaçınılmaz gidişat çok net. Dünya başka bir yere doğru gidiyor, paradigmalar değişiyor ve bizler de bu konulara yoğunlaşıp, sorulara cevap, sorunlara çözüm bulmalı ve hazırlıklı olmalıyız diye düşünüyorum.
Söz Sonu : “Rekabetçi olmak, hayatta kalmak, büyümek adına yapılan “Teknolojik Yatırımlar”; üretimde verimliliği ve büyümeyi artırırken, çalışan sayısının azalması ile sonuçlanıyor…”
Düşününce; VATANDAŞLIK TEMEL GELİRİ…
Bir ütopyadan kaçınılmaz geleceğe…
Dr. Ali Mutlu KÖYLÜOĞLU – 25.Mart.2019