Antroposen Devrine Hoş Geldiniz

0
5877

Biraz jeoloji bilgisine sahip olanlar Dünyanın 4,5 milyar yıl önceki doğumundan bu yana büyük değişiklik içeren dönemler geçirdiğini ve bunların bilim insanlarınca, farklı özellikler taşıyan jeolojik “zamanlara” ve “devirlere” ayrıldığını bilirler.

Prekambriyen, Paleozoik, Mesozoik, Tersiyer, ve Kuaterner diye adlandırılan ana zamanlar kendi içlerinde de devirlere ayrılır.

Halen Kuaterner zamanın Holosen devrinde yaşamaktayız. Ancak bilimsel çevrelerde artık bunun değişmek üzere olduğu, yeni bir devrin başladığı konuşulmakta.

Yaklaşık 12.000 yıl önce buzullarla karakterize edilen Pleistosen devri sona erdi ve ılıman iklimiyle Holosen devri başladı.

Pleistosen devrinde Avrupa’nın ortalarına kadar buzullar kaplamış, deniz seviyesi bugünkünün 100-150 metre kadar altına inmişti.

Holosen devrinde ise uygun iklim ve doğa koşulları, insanlığın gelişmesine ve bugünkü uygarlık düzeyine ulaşmasına olanak sağlamıştır. Fakat şimdi de Holosen devrinin bittiği ve yeni bir devrin, Antroposen devrinin, başlamakta olduğu iddia edilmektedir.

Nedir bu Antroposen devri?

Şimdiye kadar olan tüm jeolojik zamanlar ve devirler değişen doğal olaylarla tanımlanmıştır. Kıtaların birleşmesi ayrılması, dağların ovaların oluşması, atmosferin yapısı, kayaç, toprak, flora ve faunadaki büyük değişiklikler jeolojik zamanları ve devirleri tanımlamıştır.

Fakat artık Dünya yüzeyindeki büyük değişiklikler doğal yollarla değil insanoğlu eliyle olmaktadır.

İnsanoğlu kaynaklı yeryüzü değişiklikleri öyle bir düzeye ulaşmıştır ki; son birkaç yıldır Holosen devrinin artık bittiği ve insan kaynaklı değişimi vurgulayan “Antroposen” devrinin başladığı iddia edilmekte ve bilimsel çevrelerde artan oranda kabul görmektedir.

Jeolojik zamanları, devirleri inceleyen ve tanımlayan bilim dalına stratagrafi denmektedir. Türkçe olarak bunu yeraltı katmanlarını inceleyen bilim de diyebiliriz. Jeolojinin belki de en önemli alt dalı olan stratagrafi, yeraltı derinliklerini değişik bilimsel yöntemlerle inceleyerek geçmiş dönemler hakkında bilgiler ortaya çıkarır. Basit bir örnekle söylersek; deniz hayvanları kabukları ve fosilleri bulunduğunda, buraların bir zamanlar deniz olduğunu, yerkabuğundaki kıvrımlarla sonra dağa dönüştüğünü söyleyebiliriz.

Günümüzde yeryüzüne baktığımızda, yeşilliklerin yerinde gittikçe artan oranlarda asfalt, beton, plastik ve metal görmekteyiz. Ayrıca atmosferin, okyanusların ve toprağın yapısının hızla değişmekte olduğu bilinmekte. Geçmişte binlerle veya milyonlarla yılda olan değişiklikler şimdi onlarla veya yüzlerle yılda olabiliyor.

Antroposen devrinin başladığı iddiası ilk olarak 2000 yılında Meksika’daki bir bilimsel toplantıda Nobel ödüllü bilim insanı Hollandalı Paul Crutzen tarafından dile getirilmişti. Toplantının konusu Holosen devrinde atmosferdeki ve okyanuslardaki değişikliklerdi.

Tartışmalar sırasında, bu derece değişiklikler ortada dururken hala Holosen devrinden bahsedilmesine kızan Crutzen ortaya çıkarak “Holosen bitti, Antroposen başladı” diye adeta bağırmıştı. Toplantıdaki bu çıkış önce bir sessizlikle karşılanmıştı. Ancak daha sonraları Antroposen devri önerisi Crutzen ve bir başka saygın bilimci Eugene Stoermer tarafından kuvvetle savunulmaya devam etmiş ve taraftar toplayarak yaygınlaşmıştı.

Jeolojik zamanların resmi tanımı ile yetkili olan üst kuruluş Uluslararası Jeolojik Bilimler Birliğidir. Fakat konu orada bir oylamaya gelene kadar birliğin bir ana komisyonu olan Uluslararası Stratagrafi Komisyonu ve altbirimlerinde ele alınıp tartışılıyor, oylanıyor.

Yerbilimciler arasında konuya iki değişik görüşle yaklaşılıyor. Yeni bir devir tanımlamasına karşı olanlar azınlıkta. Bunlara göre insanlar yeryüzünü değiştirmeye başladılarsa da yeterince büyük değişiklik henüz oluşmuş değil. İnsanoğlundan daha büyük değişiklikler gelmekte ve devir değişikliği için belli bir tarih belirlemek zor. Bu görüşlere karşı çoğunlukta olanlar, yeni bir devir (Antroposen) tanımlamak için elde yeterince veri olduğunu söylüyorlar ve bunları ortaya koyuyorlar.

Ancak yeni bir devir tanımlamak için belirli bir bilimsel kriter ve başlangıç tarihinin de belirlenmesini gerekiyor. Uluslararası Stratigrafi Komisyonu özellikle bu amaçla bir çalışma grubu kurmuş. Grubun yaptığı toplantılarda değişik kriter ve başlangıç tarihi tartışılmış.

Öneriler arasında endüstriyel devrimin başlangıcı olarak 1800 yılı, Kuzey Amerika’da büyük çapta göçlerin başlangıcı, yerli nüfuzun katli ve tarımın hemen hemen yok olması ile ilgili olarak 1610 yılı, ilk atom bombasının atıldığı 1945 yılı, Roma İmparatorluğu dönemlerine giden yıllar var.

Ancak sonuçta, çalışma grubu kısa bir süre önce üçe karşı 30 oyla, Antroposen devrinin başlangıç tarihinin 1950 olarak belirlenmesi tavsiye kararını aldı. Bu kararda en etkin olan unsur, nükleer denemeler sonucu yeryüzü toprağında daha önce hiç bulunmayan radyoaktif Plutonyum elementinin 1950’lerde artık tüm yeryüzüne yayılarak toprakta bir tabaka olarak yer etmiş olması. Bu radyoaktif elementin daha en az 100.000 yıl toprakta saptanabilecek düzeyde kalacak.

1950 yılının seçilmesinde başka veriler de var. Bunlara bir bakalım.

  • 1950 öncesi Dünyada plastik üretimi pratik olarak sıfır düzeyinde iken 2015’te yılda 300 milyon tona ulaştı.
  • Beton üretimi aynı dönemde kabaca 100 kat artarak yılda 20 milyar tonu aştı.
  • Atmosferdeki karbon diyoksit 300 ppm düzeyinden 400 ppm düzeyine, metan gazı 1,0 ppm düzeyinden 2,0 ppm düzeyine, azot oksit gazları yüzlerle yıllık stabil 0,28 ppm düzeyinden 0,35 ppm düzeyine çıktı.
  • Ayrıca fosil yakıtların yakılmasıyla her yıl atmosfere yayılan kara karbon parçacıkları 1950-2000 yılları arasında 2,5 milyon tondan 7 milyon ton dolaylarına vardı.

Şimdi gözler Uluslararası Jeolojik Bilimler Birliğinin bu konuda alacağı karara dönmüş durumda. Karar ne olursa olsun asıl sorun bu değişikliklerin Dünya’daki 7 milyar insanın geleceğini nasıl etkileyeceğidir. Bilim çevrelerinden gelen uyarılar hiç de olumlu bir geleceğe işaret etmiyor.

– – – – – – – –

Bu yazıda henüz zamanımızın en çok konuşulan çevre sorunu olan küresel ısınmaya dokunmadık bile.

Prof. Dr. Fuat İnce

Referans: Jan Zalasiewicz, ‘What Mark Will We Leave On The Planet?’ – Scientific American, Sayfalar 25-31, Eylül 2016

Önceki İçerikÇılgın Sorular Sürücüsüz Otomobiller İçin
Sonraki İçerikYıkıcı Teknolojiler – Brad Templeton
Prof. Dr. Fuat İnce
Boğaziçi Üniversitesinde lisans ve Fulbright bursu ile gittiği ABD’de Illinois Üniversitesinde yüksek lisans ve doktora derecelerini aldı. Doktora çalışmaları sırasında pilot brövesi de aldı. TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi, Suudi Arabistan Kral Fahad Petrol ve Mineraller Üniversitesi, savunma sektörü, vakıf üniversitelerinde ve son olarak Marmara Üniversitesinde çalıştı. Hava Harp Okulu ve Harp Akademilerinde bilişim ve uzay konulu dersler verdi. Kurucu başkan olarak bulunduğu TÜBİTAK Bilişim Teknolojileri Enstitüsünde, Gebze ve İstanbul civarına ilk kez internet hizmeti başlatarak, üniversiteler ve bazı firmaların internete bağlanmasına öncülük etti. BM Uzayın Barışçı Amaçlarla Kullanılması Komitesinde Türkiye delegasyonu görevinde bulundu, NATO’da proje ve çalışma gruplarında yer aldı. Bilim ve bilişimle ilgili vakıf ve derneklerde çalıştı. Yurt içi ve yurt dışında bilişim, yazılım ve uzay konularında yayınlanmış makaleleri yanında ‘UZAY, Bir İnsanlık Serüveni’ başlıklı bir kitabı vardır. Ayrıca yedi kitabın da editörlüğünü yapmıştır. Bilim ve teknoloji haberleri üretmeye, tartışma gruplarında yer almaya devam etmektedir.